Frig Vadisi Yolunda-2, Seyitgazi, Yazılıkaya, Kümbet, Yapıldak
[puregallery]
Sabah nefis bir kahvaltının ardından, hedefimiz Yazılıkaya, Midas’ın kenti. Yürüyüş yollarını tercih ederek gidersek, 50 km’ye yaklaşıyor, ama bizim o kadar çok günümüz yok. Bu nedenle arabayla Eskişehir’e Seyitgazi üzerinden Yazılıkaya’ya gitmeyi planlıyoruz.
Sabuncupınar’dan Eskişehir’e ise ana yoldan değil de göl manzaralı bir köy yolundan hareket ediyoruz.
Porsuk Barajının sular altında bıraktığı topraklar nedeniyle köyler bazı bölümlerini kaybetmişler, biraz daha yukarıya ilerlemişler. Yeni Sofça ve Hasırcı Çiftliği böyle kurulmuş. Şimdi Çiftlik balıkçılık da yapıyor, sarı sazan burada çıkıyor. Gölün oluşturduğu koylardan birinde bir minare camisiz tek başına direniyor yıllara.
Bu yol keyifli ama yavaş bir yol oldu. Eskişehir(ki gezilesi bir şehir), bu seferlik kenarından geçiyor, üniversitenin önünden Seyitgazi’ye, tarlalar ve uzun düzlükler arasından ilerliyoruz. Bu yol Eskişehir – Afyon yolu, rahat gidilen bir yol. Daha önceki dağlık, kayalık arazi burada yok. Ama Seyitgazi’nin hemen arkasındaki kayalık tepe ile vadiler başlıyor. Bir kasaba hemen ardında bir yüksek tepe, o tepenin üzerinde de buradan geçen birinin görmezden gelemeyeceği büyüklükte dev taşlarla inşa edilmiş, kubbeli bir yapı. Planlarımızda hiç yokken hemen çıkıyoruz yukarı.
Geçmişi oldukça eskiye dayanıyor. Tüm dini alanlar gibi, şimdi külliye olarak kullanılan yapı, üst üste evreler geçirmiş. İslamı yaymak üzere bu coğrafyada savaşan Battal Gazi ‘den de önce, Bizans döneminde de bir ibadethane olarak kullanılmış. Seyit Battal Gazi, burada Kral kızı Elenora ile yanyana yatıyor. Şaşırtıcı değil mi? Seyitgazi’nin büyüklüğü, yüceliği yapılan 8 metrelik kabir ile anlatılmaya çalışılmış bence, çok çok uzun olduğu söyleniyormuş, o ayrı… Kesik başlar türbesi… Yapıyı anlatan yazılar konulmuş ama hikayelerini anlatan bir bölüm yok maalesef. Eskişehir Belediye’si burası için restorasyon çalışmaları yapmış. Buradaki çıplak metal avizelere tespih atılır ve düşmez ise dileğin gerçek olacağına inanılıyor.
Geçmişi oldukça eskiye dayanıyor. Tüm dini alanlar gibi, şimdi külliye olarak kullanılan yapı, üst üste evreler geçirmiş. İslamı yaymak üzere bu coğrafyada savaşan Battal Gazi ‘den de önce, Bizans döneminde de bir ibadethane olarak kullanılmış. Seyit Battal Gazi, burada Kral kızı Elenora ile yanyana yatıyor. Şaşırtıcı değil mi? Seyitgazi’nin büyüklüğü, yüceliği yapılan 8 metrelik kabir ile anlatılmaya çalışılmış bence, çok çok uzun olduğu söyleniyormuş, o ayrı… Kesik başlar türbesi… Yapıyı anlatan yazılar konulmuş ama hikayelerini anlatan bir bölüm yok maalesef. Eskişehir Belediye’si burası için restorasyon çalışmaları yapmış. Buradaki çıplak metal avizelere tespih atılır ve düşmez ise dileğin gerçek olacağına inanılıyor.
Hem dışarıdan, hem de içeriden etkileyici bir yapı. Avludaki çeşme, üzerine sonradan eklenen Osmanlıca yazı dışında ben Romalıyım diye bağırıyor, bazı sütunlar da öyle. Tam bir Anadolu sentezi. Lületaşından eserler, takılar satılıyor avluda.
Sonradan Seyitgazi ile Elenoranın hikayesini arıyorum. Sadece Elenora’nın bir Kral Kızı olduğunu anlıyorum, Seyit Gazi’ye aşık olmuş,
Midas’ın Kentine doğru yola devam ediyoruz. Bu arada yol boyunca, bu coğrafyada bacalar, direklere yerlemiş leyleklere, gökyüzünde süzülen kartallara rastlamak mümkün. Midas’ın kenti uzaktan bir vadinin girişinde bir kaya platosuna kurulu. Seyitgazi yolundan ilerlerken, Kibele’ye adanan bu kutsal kentin yolunda Pişmiş Kale, Kocabaş Kale, Gökgöz Kale adlarıyla üç kale koruma amaçlı yerleşmiş durumda. İlk karşılaştığınız yazıt ise hemen yolun sağında yer alan Küçük Yazılıkaya (Arezastis Anıtı), üzerinde yer alan geometrik desenler, büyük Yazılıkaya ile neredeyse paralel. Frig alfabesi ile kazınmış yazılar alınlık kısmında yer alıyor, yazıtın en tepesinde ise stilize koç boynuzu andıran bir tepe nokta var. Altındaki niş definecilerden nasibini almış yine.
Yazılıkaya’ya doğru ilerliyoruz. Arkasını yasladığı kayaların önünde şirin bir köy var. Bu köy, 19. Yüzyılın sonunda Kafkasya’dan göçen Çerkesler tarafından yeniden kurulmuş. Çerkesler, önceleri Friglerin bıraktığı kaya evlerde, mağaralarda yaşamışlar, sonradan evlerini yapmışlar. Yazılıkaya’nın hemen aşağısında yapılan yeni muhtarlık binasında bizi karşılıyorlar. Elimize bir Yazılıkaya haritası üzerine kısa bir yönlendirme alıp çıkıyoruz;
Yazılıkaya : Tadilatta. 17 metre yükseklikteki, doğal bir kayaya oyulan, M.Ö. 4 yüzyıla tarihlenen anıt için, Sonradan tepeden ikiye ayrılmaya başladığı için kayaları destekleyen bir çalışma yapıldığını düşünüyorum. Geometrik şekiller yatayda birbirini tekrar ediyor, ama dikey de farklılaşıyor, hem de simetrik olmayan bir şekilde, en alt ortada kapı gibi düzenlenmiş bir niş var, bir zamanlar bir Kibele heykelini barındırdığı düşünülüyor. Tepedeki üçgen alınlıkta ise yine bir şeyler yazılı. “Midai Fanaktai…..” ismi burada yazdığı için burasının Midas’ın kenti olduğu düşünülüyor. Tarihçiler bu alfabenin Fenikelilerden etkilendiğini, batıya yayılarak Grek alfabesini de etkilediği ileri sürüyorlar.
Bu bölge 18. Yüzyıldan beri Avrupalı gezginlerin gelip gittiği bir alan. Hollandalı arkeolog Emilie Haspels’in ’40’lı ve 50’li yıllarda buralarda yürütülen kazıları ve dağlık Frigya’daki anılarını anlattığı bir kitabı var. Kazıları bu köyde yaşayan Çerkeslerle yürütmüş. Kazı yaptığı alanlar Frigya isimli kitabından okuduğum kadarıyla Yazılıkaya, hemen yanında yer alan ve daha sonra Bizanslılar tarafından Kırkgöz Kale ve platonun hemen arkasındaki merdivenli sarnıçları kazmışlar.
Harita eşliğinde devam ettiğinizde
- Bitmemiş anıt
- Tekerlek izleri ile aşınmış antik at arabası yolları
- Anıtsal Frig mezarları
- Kibele’nin doğal bereket kayası
- Kale
- Kule
- Tapınak
- Frig yazıtlı kaya taht
- Yol boyunca kabartmaların yer aldığı Tören yolu – Kral yolu –doğal basamaklar
- Sümbüllü yazıt
- Kaya mezarları
- Ve sunakları
Kocaman kaya platformun etrafını dairesel bir şekilde takip ettikçe görebiliyorsunuz.
Bu bölgeyi baharda havalar uygun iken ve çiçekler arasında gezmek çok güzeldi.
Her tarafta beyaz çiçekler, kayalıklar, Yüzüklerin Efendisi – Rohan’dan bir sahne çalmış gibiydi.
Kibele’nin doğal bereket kayası’nın manzarası ise eşsiz, bir uçurumun kenarından çam ağaçlarını seyrediyor, önünde de doğal bir havuzcuk oluşmuş, içinde su bitkileri, öyle bir zümrüt yeşili ki ben seyretmeye doymadım.
Hızlı gezilirse 1 saat alacak rotada biz 2 saat falan oyalanıyoruz. Aşağı indiğimizde aç ve susuz kendimizi köyün girişindeki cafe’ye atıyoruz.
Bir yerlerinde yazmıyor ama sanıyorum ki köyün ziyaretçileri için açılmış olan Cafe kütüklerden yapılmış, ortada ocağı, çakıllı zemini ile Frig evlerine benzetilmeye çalışılmış. Çerkezlere özgü olduğu anlatılan Hıçın böreği’nden yiyoruz, çay ve ayran eşliğinde. Cafe’de çalışan Süleymen 14-15 yaşlarında, Sevinç Hanım’ın ise yaşı 50 gibi , 3-4 yıl öncesine kadar sadece yabancılar gelirdi, Türkler yeni gelmeye başladı diyor. Köyde pansiyon yok, SİT alanı olduğu için sanırım yeni bina yapımına müsaade etmiyorlar. Acaba tüm köyler benzer durumda mı? Yakınlardaki Çukurca ‘da Midashan var.
Yazılıkaya’ ya kadar gelen yol, sola Han Şehrine, sağa Kümbet Vadisine ayrılıyor. Han’da bir yeraltı şehri bulunmuş, o tarafta da başka vadiler var. Gezilecek, keşfedilecek ne çok yer var.
Biz seçimimizi Kümbet Vadisinden yana yapıyoruz, zira bozulmamış bir anıt mezar olarak, Gerdekkaya’yı görmek istiyoruz. Oynaş, Yapıldak ve Kümbet sırada.
Bu civarda alışageldiğimiz üzere bir kayalık tepecik önünde de köy var. Kümbet Köyünün tepesinde Arslanlı Solon mezarı var. Solon acaba Atinalı Solon mu? Bu aralar ne çok tesadüf oluyor. Solon’un mezarına hemen komşu bir ev. Yaşam ve ölüm iç içe. Aslan kabartmaları ise Friglerin taş işçiliğinin bir kanıtı. Önemli birinin mezarı olmalı. Hemen yanında da Himmet Baba’ya ait bir Selçuklu kümbeti ve mezarı. . Tepesinde de bir leylek yuvası. Yaşam ve ölüm yine iç içe. Bu tarafa yapılan fotoğraf turlarında bu leyleğin pozu için beklendiğini okumuştum. Şanslıyız leylek yuvada ve umarsızca etrafı gözlüyor.
Tepenin bir diğer sakini ise muhtemelen eski bir yapının üzerine 19.yy ortalarında yeniden inşa edilmiş olan konak. Birkaç duvarı ve ocağı kalmış, ocağın şekli Osmanlı tarzı, yuvarlak. Sonradan Emilie Haspels’,n kitabından sahibin Yarım Ağa olduğunu öğreniyorum. Halen köyde akrabaları yaşıyormuş. Yarım Ağa da onarttığı Kümbete gömülmek istemiş, gömüldüğünün ertesi günü kümbetin dışında bulmuşlar bedeni. Herhalde halk pek yakıştıramamış, onu Kümbet’e. Kümbetin etrafında çoğu yatırda olduğu gibi dilek çaputları var.
Akşam oluyor ama bizim içimizdeki keşif duygusu bitmiyor. Ayaklar yorgun, son bir gayretle içinden geçtiğimiz Yapıldak’taki kalıntılara da bakmak istiyoruz. Asar Kale. Yine kayalık bir tepe, kayalara oyulmuş merdivenler, gözetleme odaları, evler, duvarlarda nişler, daha sağlam gözüken kaya mezarlar tepeyi çevreliyor. Bu tepenin hemen önünde ise sevimli bir dere, kurbağaların akşam şarkılarına ev sahipliği yapıyor. Bu aradaki mezarlara yakın bir zamanda yine defineciler uğramış, mezar yataklarını ve zemini alt üst etmişler.
O güzel derenin üzerinden geçip ilerleyince çam ağaçları ile kaplı, kurbağa senfonili oldukça şirin bir gölete geliyoruz. Bu coğrafya su, toprak, orman, kayalar ve geçmişte yaşamış insanların hünerleriyle şaşırtmaya devam ediyor.
Dönüşte Gerdekkaya mezar anıtını da görüyoruz. Sütunları, mezar yatakları alınlığı oldukça sağlam, ama gelip gidip isimlerini ölümsüzleştirmek için ille de duvar yazısını tercih edenler tarafından biraz hırpalanmışlar. Tavandaki kare girintili desene artık aşina olduk. 1950’li yıllara kadar burada da arslanlı bir heykel olduğunu yine Emilie Haspels’in kitabından öğreniyorum, içinde define bulacaklarına inanan çevre köylüler, gele gide sonunda tamamen parçalamışlar.
Artık dönüş zamanı, açık hava, bir çok yer ve yürüyüş bizi yorgun düşürdü. Dönüşte ara yollara sapmadan doğrudan Eskişehir, Kütahya yolu üzerinden kendi Frigevi’mize dönüyoruz.
Akşam misafirlerimiz var. Muhtar Ahmet Bey ve eşi Ayşe Hanımla tanışıyoruz. Yeni doğan buzağıyı Ayşe Hanımdan dinleyince ertesi sabah yola çıkmadan ziyaret etmek istediğimi söylüyorum. Çok merak ettiğim peynir yapımını ondan dinliyorum, zaten sabah nefis kahvaltıda yediğimiz , tereyağ, peynir ve ekmek onun elinden çıkmış, yumurtalar da serbestçe dolaşan çiftliklerinin tavuklarından.
Ertesi sabah hemen Ayşe Hanım’ı buluyoruz. Buzağı dev cüsseli ineklerin arasına uzanmış yatıyor. Ayşe Hanım kaldırıyor, titreyen ayaklarla geziyor bizim bir günlük yavru. Herşeyin miniği güzel sanki, yandaki küçük meleme sesleri dikkatimizi çekiyor. Ağılın kapısından koyunlar ve keçiler çıkıyor. 20 günden küçük kuzuları ve oğlakları görme şansımız oluyor böylece. Onlar ayrı bir bölmedeler. Önce titrek küçük ayakları görüyoruz, ve minik meleme seslerini , kapı açılır açılmaz, kendimizi bir ana okulunun bahçesinde buluyoruz. Ben fotoğraf çekerken, etrafıma toplanıp meraklı gözlerle durup bakıyorlar, sonra hadi bakalım yine koşuşturmaca, köşelerde toslaşmaca… Öyle minik, öyle tatlılar ve meraklılar ki.
Ayşe Hanıma teşekkür ediyor ve ayrılıyoruz, bir gece öncesinde girişyiğimiz içek ve yemek sohbetleri sonrasında, bana getirdiği sukulentler elimde, aklımızda da yeni bilgiler, tereyağı hayvanlar açık otlakta beslenirse sarı olurmuş, kuru yem ile beslenirse beyaz olurmuş, yani her beyaz tereyağ manda tereyağı değil, keçilerinde küpeleri olurmuş, resimlere dikkatli bakın göreceksiniz.
Dönüş yoluna Kütahya ‘ya çok yakın olduğumuz için, Kütahya üzerinden çıkalım, biraz da çimileri seyredelim dedik. Pazar günü e çok bilinen vazonun etrafında bir tur attık, çiniciler için sonra girişte yapılmış çarşıya bakmaya karar verdik. Kervansaray, şimdilerde imalatçılar daha çok kullanıyormuş, çok çeşitli dükkan ve çini var ama dükkanların olduğu alan çok büyük. Desenler çok çeşitli, herşey çok karışık geldi bana, biraz daha türü, çeşidi ayrı olsa, yanlarında desen tipi falan yazsa diye düşündüm.
Çok vaktimiz yoktu, ama bir daha ki sefere cumhuriyet lokantasını, Evliya Çelebinin evini, çini müzesini ve Germiyan Sokağı ve konaklarını mutlaka gezeceğiz.
Dönüş yolunda Sabuncupınar ile Bozüyük arasında kalan Porsuk Barajı Kıyısındaki Sofça Köyünde Sıtkı Olçar’ın çini müzesi ve galerisi var. Ünlü çini ustalarından Sıtkı Bey, Unesco’dan Yaşayan Dünya Mirası Ödülünü almış, çiniyi tekniği ve desenleri ile farklı bir noktaya taşımış. Örneğin mat sır, mercan kırmızısının yıllar sonrasında araştırmalarla bulması onun ustalığını farklı yerlere taşıyan özellikler. Frig Vadisini de çok seven usta, Vadinin uluslararası tanıtımı için de özel turlar, organizasyonlar düzenlenmiş, Frig Kaselerini çinilerinde kullanmış. 2010 yılında vefat edince, kızı Nida Hanım bayrağı devralmış.
Muhteşem bir coğrafya, mistik bir tarih ve çok çeşitlilik içeren jeoloji dolu bir gezi sizi bekliyor. Haydi Frigvadisinin en güzel zamanını kaçırmayın. Gezinizi Kütahya, Afyon ve Eskişehir’in güzellikleri ile de tatlandırmak mümkün. Yeter ki siz keşfe hazır olur
Konaklama Önerisi :
Sabuncupınar Frigevi
Kaynaklar:
Frigya, Emilie Haspels, Arkeoloji ve Sanat Yayınları
Frig yolu, Rehber Kitap, Hüseyin Sarı
İlyada, Homeros, Can Yayınları