Dalyan, Aleksandria Troas, Eski İstanbul
Kaz Dağlarının ormanlarında derelerinde kaybolduktan yarım saat sonra, soluğu deniz kenarında alabilmek mümkün. Belki de bu bölgeyi en özellikli kılan bu konumu. Dağlar, orman ve deniz…
Tarihte bu bölge, Biga Yarımadası Troas olarak geçiyormuş. Bugün Çanakkale olarak karşımızda. Eski adı İlion/Wilusa, sonraki adı Troia olan kentten Kral Priamos, Bozcaada, Gökçeada, Semadirek ve Midillli dahil bölgeyi yönetiyormuş. Yarımada adını Troia kentinden aldığı da malum. Diğer önemli kentleri ise;
· Aleksandreia Troas/Sigia, (Dalyan K.bitişiği-Geyikli)
· Antandros/Edonis, (Yarmataş/Altınoluk-Avcılar arası)
· Apollonion Smintheion, (Gülpınar)
· Assos (Behramkale)
· Tenedos (Bozcaada)
Kaynak : http://www.arkeolojidunyasi.com/bolgeler/troas.html
Bölgede M.Ö.3000’li yıldan beri Dardenler denen çok eski bir halkın yaşadığına inanılıyor. Malum, boğazın ismi de Dardelles olarak anılıyor. 13. yy.da Akalar tarafından ele geçiriliyor.Bölge 12 yy.dan itibaren Thraklar’ın göçlerine sahne olmuş.
Assos kentinde üretilen buğdayların İran’a kadar ihraç edildiği, Sigeion kentinde bakır işçilerinin loncası olduğu, Andeira’da bol miktarda çinko çıkarıldığı, Assos’ta lahit yapımında kullanılan sarkophagos bazalt taşının ise antik dönemde çokça tercih edildiği anlatılageliyor. “sarkophagos” et yiyen anlamına geliyormuş. Sarx “et”, phagein “yiyen” türemiş bir bileşik kelime. Romalı tarihçi Pliny, bu taşın Assos yakınlarından çıkartıldığını, bu taştan yapılan lahitlere gömülen bedenlerin 40 gün içerinde sadece dişleri kalacak şekilde yok olduğunu söylemiş. Bu nedenle bu taşlardan yapılan lahitler antik dünyada çok tercih edilmiş, sarkophagos da bir süre sonra taş lahit olarak anılmaya başlamış. Sonuç olarak bu taştan yapılan lahitler değerli.
Assos’a ayrı bir yazıyı ayırmal lazım. Çünkü gerçekten kendine has güzelliği olan bir küçük cennet. Bir dönem Aristoteles’in da konakladığı bu şirin kentte, bugün de yılda iki kez felsefe günleri düzenlendiğini belirtmekte fayda var. Felsefeye ilgi duyuyorsanız linkini veriyorum. http://philosophyinassos.org/TR/index.htm
Dağların eteklerine inince Küçükkuyu, Altınoluk, vakit geçirilebilecek bir çok yer var, Çanakkale’ye doğru çıktıkça da Assos ve Troia Antik Kentleri ziyaret edilebilecekler arasında, içeride Ezine ve Ayvacık yol üzerindeki kentler. Yine aynı rotada Bozcaada’ya kalkan gemilerin ayrıldıkları liman ise Geyikli iskelesi, Odunluk ve Babakale’de kıyıdaki diğer alternatifler. Bütün bu güzellikler arasında bir yer var ki, sesi daha az çıkmış bozulmadan kalabilmiş.
Biz de bu gizli güzelliği, Kaz Dağları kampı sonrası bir arkadaşımız sayesinde öğrendik.
Küçükkuyu’dan Ayvacık’a doğru ilerleyip peynirleri ile ünlü Ezine’yi geçtikten sonra Gökçebayır ve Dalyan tabelalarını izleyerek ilerlerken, antik Alexanderia Troas kalıntılarının arasından Dalyan’a geliyorsunuz. Dalyan sevimli bir kasabacık. Deniz kenarına doğru inerken, şirin bir camisi, köy ilkokulu, çiçeklerle süslü balkonları ve evleri olan sokaklar arasından kıyıya iniyorsunuz. Kıyıda bir meydancıkta birkaç restaurant ve çay bahçesi, hemen önünde de arkada Bozcaada fonda balıkçı barınağı var.
Çay bahçesinin hemen solundan plajına gidiyorsunuz. Plaj kum ve çakıl. Hemen güneyinde antik limanın harabelerini görebilirsiniz. Plajın arka tarafından ilerleyen yol ile güzel bir seyirlik tepesinden manzarayı izleyebilirsiniz. Tepede eski bir ilkokul var, şimdilerde kazıevi deposu oluvermiş. Tepenin hemen solunda dalyan olarak anılan bir iç liman var, ve dış liman var, yer yer sütunlar denize karışmış durumda. Buradan gün batımını izlemek harika, denize hakim bu tepeden Bozcaada ardında batan güneşi izleyebiliyorsunuz.
Dalyanın gerisindeki tepelerde ise Alexanderia Troas antik kenti yer alıyor. Sahilden tepeye sütunlarıya bir kral yolu uzanıyor. Baharda yürüyüş için güzel karelerle dolu bir alan.
Aslında Alexanderia Troas Biga Yarımadası’nın Bozcada’ya en yakın kısmında yer alıyor. Strabon’a göre eskiden burası Sigia olarak anılıyormuş. MÖ 311 yıllarında Büyük İskender’in komutanlarından Antigonos Monophtalmos tarafından bu bölgede Antigonos ismiyle bir kent kurulmuş. Kuruluşu için, biraz daha kuzey doğusunda yer alan Neandria’da yaşayan halk yeni kente nakledilmiş. Kuruluş dönemi dağınık halde bulunan Grek topluluklarının reorganizasyonu çalışmalarına denk geliyor. Kent, Anadolu ve Avrupa’yı birbirine bağlayan bir ticari merkez olarak planlanmış.
Daha sonra Lysimakhos, döneminde kentin ismi İskender’e ithafen kurulan pek çok şehir gibi, Aleksandria olarak değiştirilmiş, ancak diğerlerinden farklılaştırmak adına bir Troas eklenmiş. Helenistik Dönemde yarımadanın en kalabalık kenti konumuna gelmiş.
M.S. 56-57 yıllarında Hristiyanlığın yaygınlaşması için en çok gezen havarilerden biri olan St. Paul ‘de Aleksandria Troas’ta kaldığı ve buradan Yunanistan’a geçtiği, yine bu limandan döndüğü biliniyor. Hatta Kestanbol Kaplıcalarını da ziyaret ettiği ve burada mucizevi bir şekilde hatta birini iyileştirdiği anlatılıyor.
Kent Roma dönemine kadar önemini korumuş, Roma için alternatif başkent arayan Büyük Constantinus’un İstanbul’u görmeden önce, Alexanderia Troas’ı başkent yapmayı düşündüğü tarih kitaplarında yer alıyor. Osmanlı zamanında da her nedense “eski İstanbul” olarak anılmaya başlıyor. Belki Kestanbol Kaplıcalarının da isminin konuyla alakası vardır. Kim bilir?
Kestanbol Kaplıcaları, Ezine’den Dalyan’a giden yol üzerinde yer alıyor. Tarihi kaplıcalar Ezine Belediyesi tarafından restore edilmiş ve işletmeye açılmış. Yarımada jeotermal kaynaklar açısından da zengin.
Aleksandria Troas Limanı bir zamanlar yarımadanın iç bölgelerde çıkartılan “marmor troadense” ya da “granito violetto” adıyla anılan granit taşının başka kentlere gönderilmesi için önemli bir nokta olmuş. Marmor troadense’e de, yarımada ismini vermiş. Violetto ismi de hafif morumsu parlaklığı olmasından kaynaklanıyor. Romalılar zamanında Akdeniz’in pek çok yerine bu limandan ihraç edilmiş. Akdeniz çevresinde çeşitli kentlerde kullanılan 314 sütunun, bu granitten yapıldığı bilimsel olarak kanıtlanmış. Osmanlılar zamanında ise yine şehrin surlarındaki granit taşların liman inşaatında kullanıldığı, sütunların ise Sultan Ahmet Camii için götürüldüğü biliniyor. Efes ve Venedik’teki Basilica di San Marco, granitin kullanıldığı yerler arasında. Granitin çıkartıldığı taş ocaklar Kestanbol, Neandria ve Aleksandria Troas arasında kalıyor. Halen granit sütunların yüzyıllar öncesinden, bir sipariş için hazırlandığıve öylece yerde yatılı kaldığı bir granit ocağı bölgede Yedi Taşlar olarak biliniyor. Her nedense sipariş bitirilememiş.
Kent bugün ağırlıklı olarak toprak altında. En çok dikkat çeken yapı, Heodot Atticus Hamamından bir kemer. Anadolu’da bilinen en büyük hamamlardan biri olduğu düşünülüyor. Biz gezerken her taraf gelinciklerle doluydu, onalrı çekmeye doyamadık doğrusu. Diğer alanlar için kazıları beklemek gerek.
Bekçi kulübesine göz attığınızda, kaza ile ortaya çıkmış bir heykel ayağı, ya da çanak çömlek parçaları ile karşılaşmak gayet mümkün.
Dalyan sırtlarına her ne kadar yazlıklar birer ikişer konmuş olsa da, SİT alanı ilan edilmesi ile bu akım biraz yavaşlamış gibi gözüküyor.
Yaz aylarını çok kestiremedim, ancak Mayıs, Haziran ile Eylül, Ekim aylarında bölgeyi gezmek ve doğa yürüyüşleri yapmak için Dalyan iyi bir alternatif olabilir. Ya da Bozcaada’ya geçemeden feribotu makul bir şekilde yakalamak için bir ön konaklama yeri. Burada henüz yeni açılmış, temiz bir pansiyon önerimi de sizinle paylaşayım. (http://www.chiyannosinn.com)
Meraklısına: Kaynakları yazının içerisnde de belirttim ama bölgede çıkartılan marmor troadense için aşağıdaki kaynağı kullandım.
Antique quarries of marmor troadense (NW Turkey) insights from field mapping and absolute dating – Yavuz, Enver Vural, Tubitak