Nisan, Cunda, Ayvalık ve Macaron
[puregallery]
Bir Nisan gecesi Ayvalık’a inmek, mis gibi çiçek kokularını içine çekmek…. Boşuna dememişler yani “güzel kokulu ada” Cunda’ya. İlk gördüğümden beri benim için tatlı keşiflerle dolu sokakları, kendine has mimarisi, binbir lezzette tatlarıyla Ayvalık, Cunda….. nereden başlasam bilemedim ben şimdi.
Belki de acele etmemeli, aklıma düştükçe, gidip geldikçe yazmalıyım. En kolayı, geçen hafta sonu başlayan dört günlük gezimizden biraz biraz başlayayım. Cuma günü sevgili oğlum Tulgar’la Edremit Koca Seyit Havaalanına ilk uçak denememizi gerçekleştirdik. Borajet’le Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan kısa ve bir o kadar da rahat bir yolculuk yaptık. Uçuş bir saat sürdü. Saat 22:00 da Koca Seyit Havaalanındaydık. Borajet’in servisleri Ayvalık’a kadar gidiyor. Ankara’dan gelecek uçağı da bekleyerek saat 22:45 de yola çıktık. Burhaniye, Ören, Karaağaç, Gömeç’i hızlıca geçtik ve yarım saatte Ayvalık’tayız.
Şu bahsettiğim mis gibi çiçek kokusu karşıladı bizi. Tabii ertesi sabah gördüğümüz kadarıyla mor salkımlar, leylaklar, erguvanlar, mimozalar bütün güzellikleri ile açmışlar.
Ayvalık’a geliş için ille de denize gireceğim gibi bir şartınız yoksa Temmuz ve Ağustosu unutun, kesinlikle Nisan, Mayıs, Haziran, Eylül ve Ekim’i yaşayın derim. Temmuz – Ağustos aylarında yazlık sakinlerinin kalabalığı fazlasıyla İstanbul havasını getiriyor oralara.
Eve varış, anne ve babanın yanında olmanın huzuru, geç saatlere kadar keyifli sohbet kısmını kendime saklıyorum. Sonrası, sabah kumruların guguguuk’ları ve kırlangıçların çığlıklarıyla uyanmak, acelesi olmamak, sorumluluklardan arınmak, kahvaltıda hazıra konmak olarak özetlenebilir.
Sabah kahvaltının vazgeçilmezleri elbette Ayvalık’ın yeşil zeytini, peynirleri ve lorla yapılmış sigara böreği. Yanında da Dikilinin termal suları ile ısınmış şimdilik seralarından gelen domates ve salatalıklar. Pembe domates için yazı beklemek lazım.
En az zeytinleri kadar peynirleri de övülmeye değer buraların. Hem Cunda’da hem Ayvalık Çarşısında birçok mandıra satış mağazasına rastlayabilirsiniz. Hepsinden de peynirleri, yoğurtları, tereyağları, özel tatlarını güvenerek alabilirsiniz. Bizim peynirlerde favorimiz Peynirci Ferdi;
- Ayvacık peyniri – hem taze köy peyniri havasında, hem de kızartılınca hellim peyniri gibi oluyor, sade bir lezzet
- Tulum peyniri- damak tadınıza göre az tuzlu ve normal tuzlu seçenekleriyle İzmir tipi tulum
- Sepet peyniri – Tulum peynirinin kaşara doğru gideni diyorum ben ona, o da kızartılınca müthiş, sade haliyle de çok hoş
Daha bir sürü çeşit var, biberli, çörek otlu saganakiler, lif peynirler, manda tereyağı, yoğurtlar, kaymaklar. Ama bir loru var ki inanılmaz. Bu loru tadana kadar, her loru, çökelek denilen türden bir şey zannederdim. Lorlar, her gün taze geliyor Burhaniye ya da Bergama’daki mandıralarından. Ben de her gittiğimde iki ay yetecek kadar peynirimi, yağımı vakumlatıyorum, gidemezsem sipariş veriyorum, gönderiyorlar. Telefonla ya da web sitelerinden. Dükkandan alıyormuşçasına özenle gönderiyorlar. Biz de böylelikle marketlerde satılan basmakalıp, tadı birbirine benzer peynirlerden, margarin türevi tereyağlardan uzak kalıyoruz. Zeytinyağında ise Özgün ve Aktepe’den şaşmıyoruz.
Neyse , kahvaltı keyfini tamamladıktan sonra soluğu hemen Çamlık deniz kenarında alıyoruz. Arılar mor salkımların üzerinde keyifle vızıldıyorlar. Defneler yeni yeşil yapraklarını çıkarmışlar. Leylaklar denizden gelen melteme, keyifle başarını sallıyorlar. Yaseminler bile açmış. Henüz sıcaklar bastırmadığı için Çamlık Sefadan, Paşalimanına kadar deniz kenarı yemyeşil, park için ayrılan alandaki hafriyat dökülmüş bölümü görmezden gelerek geçiyoruz. Paşalimanı hakikaten sakin, çoğu zaman bir göl gibi, karşıda Tımarhane Adası.. hafif hafif sallanan kayıklar, motorlar,… koyun en dibinde eski yıkık dökük restoranı Belediye kullanıma açmış. Oldukça nezih, sakin, denizin hemen üzerinde çay, kahve ve yemek için güzel bir alternatif olmuş.
Hemen üzerindeki tepecikteki gazino, koyun en güzel manzarasını izlemeye devam ediyor. Denizin en güzel hallerini seyreden bu tepe, fıstık çamları ile kaplı. Bu mevsimde çamların altları laden çalıları ile süslü. En sonunda bu çalının ismini Tuğrul Matarıcı’nın Ağaçlar Kitabından kontrol ettiğim için güvenle yazabiliyorum. Beyaz çiçekliler “adaçayı yapraklı laden”, pembe çiçekliler “türlü laden”.
İlk sabahımızı işte burada denizi seyrederek, yürüyüş yaparak, keyifli bir kahve içerek geçirdik. Sonra elbette, Cumartesi pazarını kaçırmamak için Cunda’ya gitmek lazım. Cunda son 10 -15 yıl içerisinde ilk gördüğümüzden beri, yazlık artışı ve inşaatlar ile karşı karşıya. Ama güzel şeyler de olmuyor değil. Eski terkedilmiş taş evler, dükkanlar birbir restore ediliyor. Birçok kişi yeni hediyelik eşya, café, restoran denemeleri yapıyor. Bazıları başarıya ulaşıyor, kalıcı oluyor, bazıları ise el değiştirip, yeni maceralara hazırlanıyor. Hem Cunda’nın gem Ayvalık’ın turizmde farklı bir bakış açısı yakalaması ve özelliklerini yitirmeden gelişebilmesi için aslında yapılması gereken çok şey var. Öte yandan birçok dernek ve sivil inisatifin varlığı, iyi şeyler olabileceğini sinyalini veriyor. Bu gelişmelere de değineyeceğim ileride.
Oğlum ve benim için en önemli rituel TaşKahve’ye gitmek. Benim için dibek kahvesi ya da adaçayı içmek, onun için Şampiyon’un yerinde lokma yemek. Gün batımında klasik rakı balık ve eşssiz mezeler, başka bir yazıya kalsın. Denize yakın oturup anneanne ve dede ile sohbet etmek. Onların adayla Ayvalık’la ilgili yeni öğrendiği bilgileri dinlemek, kedilere Ayvalık tostu ikram etmek, balıklara ekmek atmak. TaşKahve ve civarı ada yerlileri ve turistlerin içiçe geçtiği bir yer. Sahil boyunca restoranlar, cafeler davetkar bir şekilde dizilmiş. Kahvenin hemen önünde eski tip masa ve sandalyelerde oturup, kahvenin kapısından içeri dalan şamatacı kırlangıçları izleyip, hatta içeri girip, kahvenin içinde tavana yaptıkları yuvaları görebilir, Hazirana doğru yuvalardan başını çıkartan yavruları fotoğraflamaya çalışabilirsiniz. Hafta içi sakin aylardan bir günde, oturun sandalyeye kahvenizi yudumlarken, kapatın gözlerinizi, biraz güneşlenin, kuşları dinleyin, denizi koklayın, hemen kahvenin kıyısındaki balıkçıların ağları tamir ederken sessiz konuşmalarını, şakalaşmalarını dinleyin, aslında hayatın böyle de yaşanılabilir olduğunu bir kez daha keşfedin. Bu anın öncesini sonrasını düşünmeden şöyle bir zamanı durdurun…
Ayvalık’ta neredeyse her gün bir Pazar var. Kozak’tan köylülerin indiği, çevreden binbir rengin, lezzetin aktığı bana göre asıl pazar Ayvalık merkezinde Perşembe günü, eğer haftasonu dönüyor ve gitmeden bu yörenin nimetlerinden yararlanmak istiyorsanız, Pazar günü Armutçuk pazarını ziyaret edin. Baharlarda pazarlardaki otlara bir göz gezdirin. Çok değişik otlarla karşılaşacasınız. Satıcılar hemen tarifleri de anlatıveriyor. Yok deneyemem diyorsanız, önce kıyıdaki restoranlarda deneyin akkızı, arapsaçını, deniz börülcesini, deniz fasülyesini, ışgını (yabani kuşkonmaz) … Sonra zaten beğendiklerinizin peşine düşersiniz.
Pazarları niye anlattım. Çünkü Cumartesi Cunda pazarı ve uğramadan olmaz. Neyse hızlı bir tur sonunda, akşam için ısırgan otu ve henüz çok körpe olan enginarlardan aldım. Bu mevsimde Cunda’da boş bir arazi varsa, mutlaka enginar ekilidir ve adanın enginarı da meşhurdur. Isırgan salatası ve Sicilya usulu ızgara enginar deneyeceğim. Tariflerini de vereceğim yemek bölümünde…
Cunda’ya giderseniz;
- Taşkahve’de mutlaka dışarıda oturun, içini de gezin
- Şampiyonda tazecik lokmalardan yiyin
- Şarapları, mezeleri ve son dönem birbirinden güzel likörleri ile de ünleyen Vino’ya uğrayın, Reyhan Hanımla tanışın
- Yanında özenle seçilmiş taş ve gümüşleriyle Koleksiyon Gümüş’ü görün
- Bu ikisinin bulunduğu sokağı, Nisan, Mayıs, Haziran aylarında sarmaşık güller altında görün ve fotoğraflayın,
- Taksiyaris Kilisesini gezin,
- Cundanın sokaklarını, güzelliklerini keşfedin,
- Tepeye çıkıp Kütüphaneyi ziyaret edin, manzarayı seyredin
derim ben. Ben de her seferinde bunları yapıyorum, inanılmaz keyif alıyorum.
- Cunda’dan ve Ayvalık’tan

Vino Şarapevi’nde Reyhan Hanım’ın elinden likörler: karabaş otu, ıtır, kakule ve ahududu (fotoğraf: İpek Tanyaş)
Dönüş yolunda bir süredir meraklısı olduğum ve annemle nerelerden değişik türlerini bulsak diye aradığımız sukulentler (succulent) pat diye bir tezgah üzerinde çıkıverdi karşımıza. Ayaküstü tanıştığımız Meryem Üstündağ bu küçük bitkilerle sevimli saksıcıklar hazırlamış. Bu sukulent sevdası bir süredir Birleşik Devletlerde California’dan başlayarak dikey bahçeler, terrariumlar falan derken acayip bir hastalık halini aldı. Türkiye’de de yaşayabiliyorlar. Bakımları kolay, dekoratif olarak da farklı renkleriyle, değişik kombinasyonlar ve düzenlemeler için kullanılabiliyorlar. Neyse Meryem hanım oralarda satış yapacakmış bu yaz, ilgilenenlere duyurulur. Birlikte değişik örnekler seçtik. Bu sukulentleri de size başka bir yazımda anlatayım. Çünkü gerçekten başlı başına bir konu.. Burada sadece yeni arkadaşlarımızın fotoğraflarını vereyim.
Bir sonraki gün Çamlık’taki iskelede balık tuttuğumuz öğleden sonra, oldukça sakin geçti. Ayvalık Sokaklarını ve Macaron Semtini gezeceğimiz gün için biraz enerji depoladık. Bulutların dansı ile binbir renge dönüşen denizi izledik, iyot kokusunu özgürce içimize çektik.
Çamlık demişken, bu semt Ayvalık’ın en nadide evlerini barındıyor. Şöyle sahilinde ufak bir gezintiye çıkarsanız, birbirinden güzel yapılmış, arkasında çamlar uzanan, bahçeli eski tip evleri hayranlıkla fotoğraflayabilirsiniz.
Üçüncü günümüzde Macaron’u keşfetmeye karar verdik. Mercanköşk kelimesinin Rumcasının macaron olduğunu, isminin de oradan geldiğini söylemişlerdi. Araştırınca latince isminin de Origanum Majorona olduğunu gördüm. Bir tür kekik olduğu için de origanum olarak geçiyor adı.
İlk iş, Ayvalık’ın Perşembe pazarına da ev sahipliği yapan, bir tür kalbi olan Barbaros Caddesindeki Elif Boncuk’a uğradım. Zira elimde bir müddet önce alıp, bir türlü kilitlerini takamadığım kolyelerimi artık takabilmek istiyordum. Elif Boncuk Ayvalık’a her geldiğimde uğrayıp, sohbet etmekten ve özellikle cam boncuklarını görmekten keyif aldığım bir yer. Mutlaka gönlümü çelecek bir cam boncuk, bir takı çıkıveriyor karşıma. Elif Hanımın güleryüzlü sohbeti de ayrıca bir enerji katıyor. Sohbet ederken, kuzenimin de geçen gün bahsettiği Ayvalık Sanat ve El Sanatları Derneği’nin (ASED) Haritası bulmak Macaron’daki gezi heyecanımızı ikiye katladı.
Ayvalık ve Cunda’da el sanatlarıyla uğraşan, bazılarını daha önceden bildiğim, bazılarını da yeni öğrendiğim güzel insanlar bir araya gelmiş ve bir dernek kurmuşlar, çakıl taşlarını görünce sizin de dayanamayacağınız Füsun Hanım’ın katkısı ile bir harita hazırlamışlar. Haritada yer alan atölyelerin /dükkanların, çoğu Barbaros Caddesinde konumlansa da, bir ucu Macaron’a bir kısmı ise Kanalo’ya uzanıyor. Birkaç tane de Cunda’dan katılımcı var. Bugün hedeflerimizden biri de koruk suyu ve kahvesi övüle övüle bitirilemeyen Şeytanın Kahvesi, aslında Palabahçe Kahvesi. Barbaros Caddesinden At Arabacıları Meydanından biraz daha içerileri doğru ilerlediğimizde, minicik Palabahçe Meydanına geldik. Haritadan öğrediğimiz kadarıyla eski Keçi Meydanı’na. Bu güzel yürüyüşü elbette güzel bir kahva ile taçlandırmak lazım, koruk suyu istemek için ise Haziran’a kadar sabretmek. Hemen köşede “Çöp(m)adam and the Garbage Ladies” varmış. E gezemeden olmaz tabi. İçerisi maharetli hanımlar ve kedilerle dolu, davetkar… Kahvelerimizi beklerken hızlıca bir göz atıyoruz. Gazoz kapaklarının bu kadar estetik kullanımı olabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu. Aslında çevre ve geri dönüşüm için her türlü fedakarlığı yapmaya çalışan (çantası, cepleri, yere atmadığı kağıtlar ve çöplerle dolu bir halde dolaşan) ben, çoğu zaman geri dönüş amaçlı yapılan nesnelere karşı -itiraf ediyorum- estetik açıdan mesafeliyim. Ama buradaki çantalar, cüzdanlarda metal gazoz kapakları, renkli dantel ipliklerle buluşmuş, bildiğimiz Kurukahveci Mehmet Efendi Kahve Ambalajı, Lipton Yellow Label Çay ambalajı birer cüzdana dönüşmüş, cips poşetleri bir tür hasır örgü ile kalemlik olmuş, olmuş da olmuş… Bir yandan hanımlarla sohbet ederken bir yandan izin isteyip fotoğraflarını çekiyorum. Yeşil ve kahverenginin cazibesine dayanamayıp bir bozuk para cüzdanını alıyorum. Çöp(m)adam aslında bir Amerikalı – Tara Hopkins ve yaşam dolu tasarımları, Ayvalıklı hanımlarla yoldaş olmuş hayata geçiriyor ve sürdürülebilir bir yaşam öneriyor. Biz kahvelerimizi yudumlarken, onlar da hemen yandaki masada atölyelerinde ısıtıverdikleri yemeklerini yiyip, çay ile sohbetlerine devam ediyorlar. Kullandıkları yün için bile uzağa gitmelerine gerek yok, çünkü Yüncü İlhanBey’in dükkanı kahvenin hemen yanıbaşında.
Yolumuza devam ederken, babam, dedemin yıllardır onarım için evde bekleyen kılıcını tamire verdikleri Sadık Bey’e götürüyor bizi. Dükkanın içi tornalar, binbir çeşit alet edevatla dolu. Herhangi bir motor arızası ya da mekanik sorunda mutlaka Sadık Bey aranıyor Ayvalık’ta, o da mutlaka bir çözüm buluyor. İşini tamamlayan Usta, kılıcı heyecanla bekleyen oğluma veriyor, Tulgar yıllardır beklediği kılıcın artık ellerine verilmesine bayılıyor, bir yandan da Usta’nın bir şey istemeden bunu yapmış olmasına şaşıyor. Bizim yaşadığımız dünyada herşeyin bir karşılığı varken tabi bunu anlamak zor geliyor.
Macaron’daki yolculuğumuza biraz ara verip, çok da uzakta olmayan Tenekeciler Sokağı’na doğru ters yönde ilerliyoruz. Artık sayıları azalmış olan tenekecilerden birinin karşısında bir sandviç yiyor, biraz da galvaniz tenekelerden yapılmış semaverleri, saksıları fotoğraflıyoruz. Sokakta oturup, insanların sakin sakin geçişlerini izliyoruz. Burada hayat ağır çekimde, herkesin bir acelesi “yok”
Dönüşte yolumuz Güler Tatlıhanesinden geçiyor. Dedim ya lor bir harika buralarda. Bir de Lor Tatlısı, Lor Baklavası var. Tadı inanılmaz güzel bir o kadar da hafif. Ama bir sakızlı kurabiyesi var ki. İşte o bambaşka bir tat. Sakız Adasından başlayan ve Ege’nin her yerine yayılan sakız sevdası, burada da kurabiyeye dönüşmüş çayların bir vazgeçilmezi olarak çıkıyor karşımıza.
Sonra usul usul geldiğimiz yollardan Macaron’a doğru devam ediyoruz. Yolda restore edilmiş, edilmemiş birbirinden şirin detaylar taşıyan evleri fotoğraflıyoruz. Derken bir heykel atölyesi ile karşılaşıyoruz. Her adımda, her dönemeçte sürprizler saklanmış. Cumbalı bir eve sarılmış, mutluluktan devleşmiş bir yasemin ılık geçen bir kışın kanıtı olarak mis gibi kokularıyla bizi çağırıyor. Az ötede Macaron Konağı yazısını görüyor ve sola dönüyoruz. Otelin restore edilmiş ama ben yeniden yapıldım diye bağırmayan bir evin kapısından taş döşeli bir zemine üzerinde ilerleyerek leylaklarla süslenmiş resepsiyondaki Yavuz Bey’e merhaba diyoruz. O da, burada kalmaya gelmediği her halinden belli ve sadece gezmek istediğini söyleyen bizlere merhaba diyor, teklifimizi samimiyetle kabul ediyor. Konak, dekore edildim, oradan, buradan toplandım diye bağırmayan, ince ince düşünülmüş detaylarıyla, evet bir Ayvalık sabahına burada uyanmak isterim dedirtiyor. Odalarda taş doku, yumuşacık yataklar, temiz konforlu odalar sizi içine çekiyor. Bahçesinde çiçekleri, ağaçları, şirin şirin masaları, arka fonda Ayvalık’ın kumru sesleriyle kim burada güne başlamak, kahvaltı etmek istemez ki. Zevkle örülmüş bir doku, Ayvalık’a uyanmak ve kenti hissetmek için. Yavuz Bey’e teşekkür ederek ve beğenilerimizi dile getirerek ayrılıyoruz.
Hedefim yeni başladığım çakıl taşlarını boyama işinde ustalaşmış Füsun Hanım’ın Zeustones’una ulaşmak. Kocaman bembeyaz bir odada masanın üstü rengarek motiflerle süslenmiş çakıl taşlarıyla kaplı. Hepsine, hepsine tek tek bakmak istiyor insan. Masasının üstü ise renk renk boyalar, çeşit çeşit kalemlerle dolu. Bir masa ışığının altında ince ince işlenip, oyalanıp çıkıyor çakıl taşları. Kimi kolyeye, kimi yüzüğe ve bilekliğe dönüşüvermiş bile. Füsun Hanım’la sohbet ediyoruz, meraklı sorularıyla Tulgar da eşlik ediyor bizlere. Biz oradayken Çöp(m)adam da çıkageliyor. Ayvalık’ta düşlerine yer bulmuş bu güzel insanların dostluğu ve birlikte aldıkları yol, sanata, kültüre daha da zenginleşerek çıkacak, evet Ayvalık daha da güzelleşecek, her geldiğimde yeni sürprizler ekleyerek, beni de sürekli kendine çağırmaya devam edecek.
Comments:
Çok faydalı bir yazı olmuş elinize sağlık….
çok teşekkürler
BEN GONDEREYIM OTLAR BURDA COOOK VAR
I might be beantig a dead horse, but thank you for posting this!
dear lacey,
the horse is awakening, hopefully
A praicootvve insight! Just what we need!
Nağme cim ellerine sağlık.
teşekkür ederim çilerciğim
yemeklerı yaglı bı pletes hocası ve işletmesı bırlıkte yapıyorlar boyle sacmabır yer hayatımda gormedım temızlıgı kalanlara yaptırıyorlar eger yapmazsan yemek yok herkezın 3-4 saat yurumekten agakları su toplamıs temızlık kesınlıkle yok hıjyen yok bır tane sertıfıkalı ınsan yok telefon cekmıyor odalarda buz dolabı yok bı fon makınası bıle calıstıramıyorsunuz
sıtede okuduklarınızın 100- 99 yalan dolan
ınternet reklamından baska hıc bır sey yok kesınlıkle soylenenler vaat edılenler hepsı yalan zaten sozlesmelerını ıyce okuyunca anlarsınız saglık bakanlıgılı onayıda yok şirket dıye ruhsatları var …. doktoru hemsıresı temızlıkcısı hocaları dıyetısyenı hıc bırseyı yok.tek dogru soyledıklerı özgur hoca ıle yuruyus …. öburlerıne sakın ınanmayın paranızı bastan alıyorlar ve vermıyorlar
Merhaba,
yaşadığınız deneyim için çok üzüldüm. Biz Darıdere de kendi olanaklarımızla çadırda konakladık.
Yorumunuzu siteye ekliyorum ki söz konusu tesiste konaklama olanaklarını kullanıp sizin gibi zor durumda kalınmasın. İyiyi ve kötüyü bilgi olarak paylaşacağız ki bu tip yerler de iş sahibi olmanın, müşterinin önemini anlasınlar
iyi günler dilerim
Merhaba,
Biraz evvel pişirmem tamamlandı.Çok pratik ve lezzetli bir yemek.
Tarif kolaylığı için de ayrıca teşekkür etmek isterim.
Sevgiler
Ahenk Akyüz
Afiyet olsun
sevgiler
Merhaba ben frig evinden gürcan beyin eşi.yorumlar ve fotoğraflar için teşekkürler.
Tekrar bekleriz frig evine.
http://www.frigevi.com
Gecen sene Mart ayinda Bodrum a gitmistik ve orada yengem cok lezzetli kuzu etli yapmisti. Nohut da eklemisti. Cok guzel olmustu. Tarifini yazmamistim. Nagme cim, senin tarifle yapacagim, cok tesekkurler. Bakalim Istanbul da bulacak miyiz?
İstanbul’da bir ot pazarı olsa ne hoş olur. GErçekten çok lezzetliler
Aklıma hemen gelenler;
organik pazarlar ?
ya da Kanyonda Cuma günü kurulan Datça Murat Bey Çiftliği pazarı ; arkadaşlarım oradan ısırgan bulmuşlardı
bir de Okmeydanında bir Kastamonu pazarı var diyorlar ama ben henüz oralara ulaşamadım
Ben bulursam size de alayım / getireyim
sevgiler
ELİNE SAĞLIK
Çok beğendim bütün ayrıntıları vermişsin tesekkurler
muhteşem bir tarif
sabah oğlum efe ve arkadaşına yaptım, akşamüstü de kendime keyif için:)
diğer tarifleri denemek için sabırsızlanıyorum.
sevgiler
Bunlar çok nefis görünüyor. Bakalim bizim evdekiler tarifi kimden aldığımı tahmin edebilecekler mi
bakalım
bu da guzellllll elinize saglik